Sarı ZEYBEK Kitap Özeti
Atatürk’ün son 300 gününü ayrıntıları ile anlatan Sarı Zeybek, Yazar Can Dündar’ın Atatürk’ün yatı olan Savanora’yı gezerken bir fikir olarak 1980’lerin sonunda doğmuş, Yazar Savanora’nın öyküsünün ayrıntılarına girdikçe, yepyeni bir Atatürk’le karşılaştığı, araştırmayı derinleştirdikçe Atatürk’e ilişkin ne varsa adeta üstü örtülü gördüğü şeyleri gün yüzüne çıkarmak ve o yüce insan hakkındaki daha da olgunlaşan hislerini başkalarıyla paylaşmak isteğiyle kaleme almıştır.
11 Kasım 1923 Ölümle ilk Randevu :
Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen 10 gün sonra gelmişti ilk kriz. 11 Kasım 1923 günü Eşi Latife Hanım’la birlikte Çankaya’da öğle yemeğindeydiler. Sofra başında birden eli kalbine gitmiş ve sol kolunun dirseğinden göğsüne vuran şiddetli bir sancıyla kıvranmıştı. Neyse ki sofrada, O günlerde ağır bir zaturre geçirmekte olan Latife Hanım’ı tedavi için Köşk’te bulunan Doktor Refik Saydam vardı. Saydam, hemen Latife Hanım için yanında getirdiği kalbi kuvvetlendirici ilaçlardan hazırladı. Ata’ ya derhal bir morfin iğnesi yaptı ve yatışmasını sağladı.
Henüz genç sayılabilecek bir yaşta 42 yaşında ilk kalp krizini geçirmişti. Doktorlar ona çok kullandığı sigara ve içkiyi yasaklamışlardı. Lakin doktorları dinlememiş bu iki alışkanlığını ömrünün sonuna kadar devam ettirmişti.
Çankaya’da hemen her akşam sofra kurulur Atatürk arkadaşlarıyla sabahın ilk ışıklarına kadar Devlet meselelerini konuşur bunun yanında sürekli alkol tüketirdi. Atatürk’ün sofrası alışıla gelmiş içki sofralarının aksine konuklarının çoğu ve de tamamı alanlarında uzman kişiler idi.
Sofranın başında mutlaka bir kara tahta ( yazı tahtası) bulunur. Gelen konuklar burada devlet meseleleri hususunda adeta sınava tabi tutulurlardı. Atatürk sağlam bünyeli bir insandı, bazı geceler sofradan en son o kalkar bir duş alır ve yeni güne istirahat etmeden devam ederdi.
Atatürk’ün büyük eseri olan Nutuk’u hazırlarken günlerce hiç uyumadığı olurdu. Lakin o da bir insandı ve vücudu bu hızlı ve ağır çalışma temposuna dayanamadı.
Kimseleri dinlemiyordu, rahatsızlanıp fenalaştığında Almanya’dan gelen doktorların içki ve sigara içmemesi konusundaki tembihlerine gülüp geçmişti. Çok yoğun çalışıyordu. Devlet meseleleri, yurt gezileri, inkılapların tanıtımı, ancak kendisini eskisi gibi zinde hissetmiyordu. Sık sık yoruluyor yorgunluğunu belli etmemek için çeşitli bahaneler ileri sürerek dinleniyordu. Vücudu özellikle karnı büyümeye başlamıştı, Atatürk’ün bazen aynanın karşısına geçip çok kilo aldığından dert yandığı oluyordu. Halbuki bu kilo alma değil, karnı su toplamaya başlamış ve karaciğeri büyümüştü.
Yanlış Teşhis :
Doktorlar Atatürk’ün rahatsızlığına doğru teşhis koyamamışlar, hastalığı karaciğerde değil de başka yerlerde aramışlardı. Atatürk sözde devamlı doktor kontrolü altındaydı, ama şikayetlerine karşı hep anlık tedaviler uygulanıyor, iştah açıcı mezeler tavsiye ediliyor, burun kanamalarına da tamponla çare bulunmaya çalışılıyordu. Bir imparatorluğu çökerten adamı, şimdi içindeki amansız bir illet çökertiyordu. Amansız ve adını henüz bilmediği bir illet.
Son 300 gününe girerken kaplıca tedavisi görecek, şifayı sularda arayacaktı.
Kaplıcada bulunduğu sırada kaplıcanın kurucu müdürü olan Doktor Nihat Belger’i çağırttı. Derdini bir kez de ona anlattı. İşte müthiş hüküm anı gelmişti. Doktor Karaciğerden kuşkulandı ve büyümeyi fark etti. Atatürk’e rahatsızlığının siroz olduğunu belirtti.
Rahatsızlığına yanlış teşhisler kondu. “Hatta, hastalığınızın sebebi karıncalar !” deyip Çankaya köşkünü ilaçlattırmışlardı.
Eğer Atatürk’ün doktorları erken teşhis koysalardı. Ata daha uzun yaşar mıydı… kim bilir.
Yurt gezilerinin birinde Bursa’ya gitmişti sahilde onu coşkun bir kalabalık karşıladı. Olağan denetimler, sohbetler edindi ve şerefine akşam Bursa Valisi yemek verecekti. Yüzü bembeyazdı. Hastalık iyiden iyiye ilerlemişti. Bursa’daki odasından
çıkmadan giyimine bir baktı, yüzünü fark etti soluktu. Ve ilk kez makyaj yaptırdı. Yüzünün solukluğunu gizlemeye çalıştı…
Sarı Zeybek :
Salona girdi. Oldukça neşeli idi içki yasak olmasına karşın doktoru ile göz göze geldi Doktoru bir parmak işaret edince sevindi. Lakin bir parmakla yetinmedi içti, içti çok güzel vals yapıyordu. Kalabalık etrafını sarmış kıvraklığını ritmini ayak oyunlarını hayranlıkla izliyordu. Vals bitti. Kendine eşlik eden bayana teşekkür ederek yerine oturdu.
Orkestraya dönerek “Zeybek’ i çal” dedi. Orkestra zeybek çalmaya başlayınca “ hayır, hayır Sarı Zeybek “ dedi… ve . Dizlerini tahta kaplı yere vurarak oynamaya başladı. Herkes hayran haran onu seyrederken Doktoru bir köşede kendini yiyordu.
Sabaha doğru davetten ayrıldı yürümek istediğini söyledi. Bursa’nın soğuk ayazında ağır ağır yürürken geriye döndü ve arabayı neden getirmediklerini sordu. Koruması şaşırmıştı. Hafızası gidip gelmeye başladı. Arabaya bindiğinde “çabuk çocuk çok üşüyorum” olmuştu.
Hastalık artık çok ilerlemişti. Fransız doktorun kati talimatıyla Ata Ankara’dan dışarı çıkmıyor dinleniyordu. Bu sıralarda ise Hatay sorunu gündemde idi.
Avrupa basını dedikodulara başlamıştı bile. Atatürk’ün öldüğünü, felç olduğunu, onun için ortalarda gözükmediğini yazıyordu. Halbuki o Ankara’da Çankaya’da dinleniyordu. Aslında bu dinlenmenin de faydası olmuştu toparlanmıştı biraz.
Hatay onun için bir tutkuydu adeta halkına son bir armağan vermek Hatay’ı Anavatana katmaktı amacı. Bunun için Savaşı bile göze almıştı. Fransızlarla Hatay pazarlığı sürerken Atatürk Avrupa’ya henüz bitmediğini göstermenin peşinde idi fakat hastaydı.
Son bir hamle yapıp Mersin gezisi tertiplemişti. Trenle Mersin’e geldiğinde yine muazzam bir Askeri tören düzenlendi ve bu 3,5 saat süren tören boyunca ayakta duruyordu.
Gereken mesaj Avrupa ya verilmişti fakat Ata hayatını kaybetmişti. Yorgun şekilde Ankara’ya döndü 1 ay sonrada İstanbul’a geçti. Dolmabahçe sarayında her türlü rahatlık vardı. Lakin tekti yalnızdı, hastaydı ve de mutsuzdu.
Bu durumu fark eden Başbakan Celal BAYAR ona moral verebilecek bir şeyler aramaya koyuldu. Aranan hediye bulundu. Savarona. Bir İngiliz kadın dan 10 bin liraya satın alınıp Ata’ ya hediye edildi. Çok sevinmişti. Fakat fazla kullanamadı bu hediyeyi. Ankara’ya dönmek istiyordu, doktorlar buna izin vermiyorlardı. Doktorların korktuğu onun yolda ölmesi idi.
Bir Tarih Göçüyor :
Son bir haftası hep bilinci kapalı idi, gözlerini açıp yanındakilere bakıyor.. tanıyamıyor. Kelimeleri bulamıyor. Cümle kuramıyordu. Yanındakilerin yardımı ile anlaşabiliyordu…
Karaciğeri iyice büyümüş karnı su toplamıştı. Doktorlar bir operasyon yapıp suyun bir kısmını almışlardı. Ama iş işten artık geçmişti. Karaciğer görevini yapamadığından karnı sürekli su topluyordu. Son iki gün hiç konuşmadı. Hep baygındı…
Bir daha konuşmadı. Koruması Kılıç Ali tedirgindi çünkü herkes sonun ne olduğunu bilmekteydi. Fakat kabullenmek istemiyordu.
09 Kasım akşamı şiddetli bir kriz daha geçirdi. Artık bilinci tamamen kapanmıştı. 10 Kasım sabahı saat 09:05 de doktoru Atanın gözlerini kapadı. Koruması, Yaveri herkes şoktaydı. 56 yıllık bir yaşam bitmişti. Dünyaya meydan okuyan büyük asker, siyaset adamı bir karaciğere yenilmişti.
Türk halkı kendisini düşman elinden kurtaran, kendilerine çağ atlatan Atasına Atatürk’e ağlıyordu.